Masal, Hikaye ve Öykü Örnekleri

Türk ve Dünya Edebiyatında birbirinden güzel masal, hikaye ve öykü örnekleri bulunmaktadır.

Uzmanlar, bebeklikten itibaren çocuklarımıza masal anlatmamızı veya kitap okumamızı önermektedir. 3-9 yaş dönemini kitaplar arasında geçirmeye alışmış olan bir çocuk ise; arkadaşları ve sevdikleri arasına kitabı da yerleştirmiş olur. Ailenin okumayı seven kişilerden oluşması, ilk kitabı ailenin hediye etmesi, hergün kitap okumaya vakit ayrılması çocuktaki okuma isteğini artırır. Bu nedenle çocuğun sayfa çevirmeye başladığı ortalama onsekiz aydan itibaren görsel nitelikli kitapların çocuklara verilmesi, okunması gerekir.

Genelde aileler kendi çocukluk dönemlerinden akıllarında kalan veya hatırladıkları hikayeleri okumak isterler. Bu bölümde birkaç masal ve hikaye örneklerini derledik. Araştırıp daha fazlasını bulmak ise size kalmış. Çocuğunuzla beraber keyifli zaman geçirmeniz dileğiyle….

Ağustosböceği ile Karınca

Karınca çok çalışkanmış; yazın sımsıcak günlerine aldırış etmeden kışa hazırlık yapıyor, hiç durmadan çalışıyormuş. Bulduğu tüm yiyecekleri kilerine götürüyor, kış için erzak topluyormuş. Ağutosböceği ise bir ağacın gölgesinde uzanmış, elinde sazı şarkı söyleyip, eğleniyormuş. Ne kışın soğuk günlerini düşünüyor, ne yaz bitince ne yapacağı ile ilgili tasalanıyormuş. Karıncayı çalışırken görünce de ‘Karınca kardeş, bu kadar çok çalışma, gel sen de benimle birlikte şarkı söyleyip, eğlen. Biraz hayatın tadını çıkar demiş.’ Karınca ağustosböceğinin söylediklerine kulak asmadan, çalışmaya devam etmiş.

Aylar geçmiş, yazın sıcak günleri sonbaharın serin günlerine, sonbaharın serin günleri ise kışın soğuk günlerine dönmüş. Nihayet kış gelip çatınca, heryer karla kaplanmış. Ağustosböceği karların içinde yiyecek hiçbirşey bulamıyor, aç bilaç ordan oraya gezinip duruyormuş. Aklına karınca gelmiş ‘Karınca kardeş bütün yaz çalıştı, onu bulursam mutlaka yemek de bulmuş olurum’ diye düşünmüş. Kalan son gücünü de toplayarak karıncanın evine gitmiş ve karıncadan yiyecek yemek istemiş. Karınca ise ‘Eğer sen de şarkı söyleyip, eğlenmek yerine, benim gibi çalışıp, yemek toplasaydın, şu anda dışarda aç kalmış olmazdın. Çok açsan, yine şarkı söyleyip, eğlen, belki açlığını unutursun’ diyerek ağustosböceğine çok iyi bir ders vermiş.

Üç Küçük Domuz

Bir varmış bir yokmuş. Evvel zaman içinde üç tane küçük domuzcuk yaşarmış. Bu domuzcuklar çalışmayı hiç sevmezlermiş. Sürekli tembellik peşindelermiş. Anneleri çalışmaları için ne kadar yalvarsada bu domuzcuklar huylarından hiç vazgeçmiyormuş.
Birgün artık anneleri dayanamamış. Domuzcukları almış karşısına ve başlamış konuşmaya:
– Yavrularım, bu böyle olmaz. Artık büyüdünüz. Herkes gibi sizde bir iş bulup çalışın demiş.
Domuzcuklar hiç aldırış etmiyorlarmış derken ayı kardeş bunların yanına gelmiş. Domuzcukların annesine dönüp:
– Domuz kardeş bu böyle olmaz artık. Evimin kirasını bir süredir ödemiyorsun. Ya ödersin ya da domuzcuklarınıda alıp gidersin evimden demiş ve hemen uzaklaşmış oradan.
Domuzcukların annesi çok üzülmüş. Annelerinin bu halini gören domuzcuklar dayanamayıp bir iş ve ev bulmaya gitmişler.
Domuzcuklar yolda giderken karar vermişler. Artık hep çalışacaklar ve annelerine bakacaklarmış.
Yollarına devam ederlerken karşılarına üç yol çıkmış. En büyüğü ilk yoldan, ortancası ikinci yoldan, en küçüğü de üçüncü yoldan gitmiş.
En büyük domuzcuk yolda giderken tavşan nineye rastlamış. Tavşan nine büyük domuzcuğa:
– Küçük domuzcuk bana havuçlarımı taşımama yardım eder misin? diye sormuş.
En büyük domuzcuk hiç düşünmeden hemen yardım etmiş. Tavşan nine en büyük domuzcuğa ”İstersen gel benimle çalış. Havuçlarımı taşırsın.” demiş. En büyük domuzcuk kabul edip yoluna devam etmiş.
Bu arada ortanca domuzcuk da yolda giderken bir kunguz ile karşılaşmış. Kunguz ortanca domuzcuğa:
– Domuz kardeş tahtalardan şuraya bir köprü yapmak istiyorum. Bana yardım eder misin? diye sormuş. Ortanca domuz kabul etmiş ve yardım etmiş. Kunguz da ona ” Eğer işin yoksa benim yanımda çalışabilirsin. Ben köprüler, evler yaparım sen de yaerdım edersin.” demiş. Ortanca domuz hemen kabul etmiş ve yoluna devam etmiş.
Üçü birlikte yolda giderlerken yine karşılaşmışlar ve sevinçle yaptıkları şeyi anlatmışlar. Küçük domuzcuk çok üzgünmüş. Çünkü o ne bir iş bulmuş ne de ev…
En büyük domuzcuk ile ortanca domuzcuk teselli etmeye çalışmışlar. En büyük domuzcuk:
– Sakın üzülme, biz beraber çalışırken sen de anneme bakarsın. demiş. Küçük domuzcuğun keyfi yerine gelmiş. Beraber hemen bir ev bulmuşlar. Daha sonra annelerini de alıp mutlu mesut bu evde yaşamışlar.

Ev Faresi ile Tarla Faresi

Tarla faresi ile ev faresi arkadaş olmuşlar. Tarla faresi bir gün ev faresini yemeğe çağırmış. Güzel bir yemek umudu ile tarla faresinin davetini kabul eden ev faresi gelmiş, ama bir de ne görsün; sofrada biraz ot ve biraz buğdaydan başka bir yiyecek yok, yüzünü buruşturmuş.
Tarla faresinin haline acıyan ev faresi arkadaşına dönerek; “Canım arkadaşım, bu senin hayatına hayat denmez. Buna olsa olsa yoksulluk denir. Bense, bolluk içinde yaşıyorum. Gel sen de benimle, bizim evdekileri paylaşıp ikimiz de gül gibi geçiniriz.” demiş.
Tarla faresi ile ev faresi hemen kalkıp yola çıkmışlar. Ev faresi arkadaşını çok iyi ağırlamış, ona buğday, incir, peynir ve bal çıkarmış. Tarla faresi ömründe hiç bu kadar yiyeceği bir arada görmemenin şaşkınlığı ile; “Ben neden bugüne kadar tarlalarda kaldım?” diyerek dövünmüş. İki arkadaş mutluluk içinde tam yemeğe oturacakları sırada bir adam gelmiş, kapıyı çalmış. İki fare kapının gürültüsünden korkup buldukları ilk deliğe girmişler.
Sonra cesaret edip yerlerinden çıkmışlar. Tam incirden tadacaklarmış ki; bu sefer de başka biri odadan bir şey almaya gelmiş. Çaresizce yine bir deliğe kaçıp saklanmışlar. Açlığını unutan tarla faresi arkadaşına dönerek; “Arkadaşım sen bolluk içinde yiyip içiyorsun diye seviniyorsun ama bir türlü tehlikeler peşini bırakmıyor. Ben en iyisi gidip buğdayımla arpamı yiyeyim. Evet, belki az ama gönül rahatlığı ile yerim” demiş.
Tarla faresi daha sonra tarlasına dönmüş. Bir daha da halinden hiç şikâyet etmemiş.
Ne demişler; ‘Azıcık aşım, ağrısız başım!!’

Çirkin Ördek Yavrusu

Anne ördek sabırla yumurtalarının kırılmasını bekliyormuş. Vakit gelince ördek yavruları yumurtalarından çıkmaya başlamışlar. Fakat en son ve en büyük yumurta bir türlü kırılmıyormuş. Sonunda yumurtanın beyaz kabuğu çatlamış. Diğerlerinden daha gri ve farklı olan ördek yavrusunun küçük kafası görünmüş. Anne ördek yeni doğan yavruya bakarak şefkatle; “Umarım değişir.” demiş. Günler geçiyormuş ama ördek yavrusunun rengi hala griymiş. Kümesin bütün hayvanları onunla alay ediyorlar, ona “çirkin ördek yavrusu” diye sesleniyorlarmış. Zavallı yavru o kadar mutsuzmuş ki sonunda uzaklara gitmeye karar vermiş. Gün boyunca yürümüş, gece olunca ise çok yorulmuş ve mola vermiş. Hem acıkmış, hem de çok korkmuş. Ama yapabileceği hiç bir şey olmadığından derin bir uykuya dalmış. Ertesi sabah su sesleriyle gözlerini açmış. Geceyi yaban ördeklerinin çılgınca eğlendiği küçük bir göl kıyısında geçirdiğini anlamış. Bu gürültücü arkadaşlarına kendini tanıtmaya hazırlanıyormuş. Birden bir tüfek sesi ile irkilmiş. Hemen oradan uzaklaşmış. Çok geçmeden kendisini bir çiftlikte bulmuş. Çiftliğin sahibi yaşlı kadın onu doyurmuş. Küçük ördekçik ateşin başında uyuyakalmış. Ama daha sonra bir göl bulabilme umuduyla oradan da uzaklaşmış.
Günlerce bir göl bulabilmek için rasgele yoluna devam etmiş. Sonunda bir göl kıyısına ulaşmış. Bu arada yalnız başına yaşamayı da öğreniyormuş. Gün geçtikçe de görüntüsü değişiyormuş. Geçen kuğuları gördükçe onların asil duruşları ve güzel görünüşlerinden dolayı iç çekiyormuş.
İlkbaharda bir kuğu sürüsü gölün kıyısına yuva yapmaya gelmiş. Çirkin ördek yavrusuyla tanışmak için ona yaklaşmışlar. Fakat bizim ördekçik kendisini bu zarif kuşlarla arkadaşlık etmek için çok çirkin ve kaba buluyormuş. Birden bire sudaki yansımasını görmüş ve gördükleri karşısında şaşıp kalmış. Çirkin ördek yavrusu zaman içinde güzel bir kuğuya dönüşmüş olduğunu fark etmiş. Kuğu sürüsüne katılmış ve ömür boyu mutlu olmuş.

Kaplumbağa İle Tavşan

Ormanların birinde kendisiyle çok övünen bir tavşan varmış.
– Bu ormanda benden hızlı koşan yoktur. Varsa gelsin yarışalım, diye hava atıyormuş. Kaplumbağa bir gün;
– O kadar böbürlenme, kendine de o kadar güvenme. Ben senden daha hızlı koşarım. İstersen yarışalım, demiş.
Tavşan kaplumbağanın bu sözlerine kahkahalarla gülerek;
– Sen mi benimle yarışacaksın?, diyerek alay etmiş. Ama yinede yarışı kabul etmiş.
Kaplumbağa ve tavşan, birlikte yarışın başlangıç ve bitiş yerlerini belirlemişler, yarış başlamış.
Tavşan yarışa çok hızlı başlamış. Ama biraz ileriye gidince geri dönüp bakmış ki, kaplumbağa hiç görünmüyor. Yatmış bir ağacın dibine uyumuş. Tavşan ağacın dibinde derin bir uykuya dalınca, kaplumbağa da epey yol almış. Tavşan uyanınca bir de bakmış ki kaplumbağa yarışı bitirmek üzere.
Tavşan koşmuş koşmuş ama bir türlü kaplumbağayı yakalayamamış. Haliyle kaplumbağa varış yerine ondan önce ulaşmış.
Yarışı kazanmanın haklı gururu ile kaplumbağa;
-Hiçbir zaman kendini başkalarından üstün görme. Sen, uyudun, Ben çalışarak seni geçtim, demiş …

İyilik Yap İyilik Bul

Etrafı beyaz çitlerle çevrili, büyük bir çiftlik vardı. Atlar, kuzular, keçiler, inekler, ördek ve tavuklar… Herkes birbirine yardım eder, el birliği ile tüm zorlukların üstesinden gelirlerdi. Onların bu güzel arkadaşlığını duymayan kalmamıştı. Komşu çiftliklerden, onların bu hallerini görmeye gelirlerdi. Bu çiftlikte her şey iyiydi hoştu ama düzeni bozan birisi vardı. O da, tembel tavuktu. Tembel tavuk, adı üstünde çok tembeldi. Neredeyse yerinden bile kımıldamazdı. Sadece tembellikle de kalmaz, birilerine yardım etmekten de nefret ederdi. Mesela gecen gün, bayan ördek yumurtasının üzerine yatarken, nasıl olduysa yumurtanın biri yuvarlanıp tıngır mıngır tembel tavuğun kümesinin yanına kadar gelmişti. Yumurtaları sıcak kalması gereken ördek hanım telaşlandı.
— Tavuk kardeş, yardımcı olur musun bana? Yumurtam tam senin yanında, onu alıp bana getirir misin? diye sordu. Tavuk oralı bile olmamıştı.
— Aman niye yardım edecekmişim ki? Yorgunum ben, biraz dinlenmem lazım, diye cevap verdi ve
uyumak için kümese tünedi.
Zavallı bayan ördek, diğer yumurtalarını bırakıp, yuvarlanan yumurtasını kendisi almak zorunda kalmıştı.
Neredeyse diğer yumurtalar soğuyacaktı. Tabii tembel tavuğa çok kızdı. Diğer ördeklerle konuşurlarken,
— Ne olurdu sanki bana yardım etseydi? Diye söylenmekten kendini alamadı.
Diğer ördekler hep birlikte onayladılar:
— Aaa. Evet evet. O her zaman öyle. Kimseye yardım etmez. Ne yapsak da düzeltsek bu kotu huyunu bilmem ki, diye konuştu bir diğeri. Ama kimse bir çözüm yolu bulamadı. Günler böylece geçip gitti.
Tavuğun hiç arkadaşı kalmadı. Artık kimse onunla konuşmuyor, yanına bile gitmiyorlardı. Çünkü tavuk kimseye yardım etmediği gibi güzel şeyler söyleyip diğer arkadaşlarıyla sohbet de etmiyordu. Hiç arkadaşının kalmaması da normaldi. Ama o, halinden memnun görünüyordu.
— Amannn benden uzak dursunlar, daha iyi. Arkadaşa ihtiyacım yok zaten, diye kendini teselli ediyordu. Bir gece bütün kümes uykuya dalmıştı. Saat gece yarısını çoktan geçmişti. Atlar, inekler, kazlar, ördekler, koyunlar, çiftlikte ne kadar hayvan varsa mışıl mışıl uyuyorlardı. Tam o sırada, eski elektrik prizinden çıkan bir kıvılcımla yangın başladı. Kümeste kuru ot ve samanlar, bol miktarda bulunduğundan yangın hızla büyüdü. Önce çiftliği koruyan kopekler, yangının başladığı yerdeki kazlar uyandı. Hepsi birden,
— Yangın vaaaar! Uyanın! Canınızı kurtarın, diye bağırdılar.
Hemen arkadaşlarını da kurtarmak için çalışmaya başladılar. Kova kova su taşıyıp yangını söndürmeye çabaladılar.
Tavuklar da, kazlar da aynı yerde kalıyorlardı. Ancak bizim tembel tavuk, uykusu çok ağır olduğu için
Yangının başladığını anlamadan alevlerin arasında,
— İmdaaat! Ne olur bana da yardım edin! Kızarmış tavuk olmak istemiyorum! diye bağırdı. Sesini keçi bey duydu. Bir hamlede kümesten içeriye doğru girdi, tavuğu kaptığı gibi dışarıya çıkarttı.
Onlar çıkar çıkmaz da kümes büyük bir gürültüyle çöküp yerle bir oldu.
Olayın şokundan kurtulamayan tembel tavuk, uzunca bir sure konuşamadı. Bu sırada, yangın elbirliği
ile bütün hayvanların çabasıyla söndürüldü. Neyse ki hiçbir hayvana zarar gelmedi ama iki büyük kümes tamamen yanıp kul oldu. Evsiz kalan tavuk ve kazlara komşuları sahip cıktılar. Atlar,
— Gelin bizim ahırımızda kalabilirsiniz, dediler.
Koyunlar,
— Tabi tabi bizim ağılımızda müsait lütfen bize buyurun! dediler.
Hiçbir hayvan dışarıda kalmadı. Tembel tavuk bütün bu olanları sessizlik içinde seyretti. Hayvanların
nasıl hemen bir araya gelip yardıma koştuklarını, iyilik yapmak için sanki birbirleriyle yarış yaptıklarını hayretle izledi. Bu zamana kadar hiç yardım etmediği hayvan arkadaşları, onu bile yalnız bırakmamışlardı. Tembel tavuk gerçekten çok etkilenmişti. O günden sonra tavukçuk o kadar yardımsever, güler yüzlü ve arkadaş canlısı bir hayvan oldu ki, bundan sonra herkes onu yardımsever tavuk diye çağırdı.

Karga ile Tilki

Bir varmış bir yokmuş; bir zamanlar bir ağacın dalında neşeyle dans eden bir karga varmış. Karga çok mutluymuş, çünkü ağzında kocaman bir peynir parçası varmış, karga bulduğu peynirden dolayı çok ama çok mutluymuş. Ağzındaki kocaman peyniri tam midesine indirmek üzereymiş ki, ordan geçmekte olan bir tilki kargayı görmüş. Kurnaz tilki kargayı kandırıp, peyniri alabilmek için bir plan yapmış ve kargaya demiş ki ‘Karga kardeş, merhaba, ne kadar güzelsin, sesin de çok güzelmiş, herkes bunu konuşuyor, ben de bunca yolu senin sesini duyabilmek için geldim’ demiş. Bu güzel sözleri duyan karga hemen kendini kanıtlama sevdasına düşmüş ve ‘Ben senin için güzel bir şarkı söylerim’ demiş. Bunu söylemek için ağzını açar açmaz, kocaman peynir parçasını da ağzından düşürmüş. Kurnaz tilki hemen düşen peynir parçasını alıp, kaçmış. Eli de, karnı da boş kalan karga da bir daha güzel sözlere inanıp, elindekini kaptırmaması gerektiğini anlamış.

Altın Saçlı Kız ve Üç Ayıcık

Bir zamanlar büyük bir orman kıyısında altın saçlı bir kız yaşardı. Bu güneş gibi parlak saçlı kızın adı Sırma idi. Öyle güzel sarı bukleleri vardı ki, herkes ona hayrandı. Fakat tüm bu sevimliliğine rağmen Sırma bazen haylaz bir kız olabiliyordu. Her gün oynamak için dışarı çıktığında annesi ona hep aynı şeyleri söylemek zorunda kalıyordu. ‘’Sırmacığım, lütfen arka bahçede oyna ama sakın ormanın içine girme.’’

Bir gün, güzel bir öğle sonrasında,Altın Saçlı Kız ve Üç Ayıcık Sırma arka bahçede oynamaktan sıkılmıştı. “Ormana girsem ne olacak ki”, diye düşündü. Etrafına bakındı. Kimseleri göremeyince birden ormana doğru koşmaya başladı.Yorulunca durup çevreyi seyretmeye daldı. ‘’Her yer öyle yeşilki” dedi, “Ne güzel çiçekler ve böğürtlenler var burada’’ diye düşündü. Ormanın derinlikleirnde epeyce ilerledi. O kadar çok yol almıştı ki sonunda kayboldu. Geri dönmeye çalıştı ama yolu şaşırdı. Hem iyice yorulmuş hem de karnı acıkmıştı. Yorgunluktan ağlayacak gibiydi. Biraz daha ilerledi. İlerledikçe yol bitti. Ağaçların arasında bir ayı ailesine ait kulübe gördü.

Bu aile üç ayıdan oluşuyordu. Büyük Baba Ayı, Orta Anne Ayı ve Küçük Yavru Ayı.

Sessizce yaklaştı. Etrafından dolandı. Kimse yok gibi görünüyordu. Yavaşça kapıyı tıklattı ama ses veren olmadı. Pencereden içeriye bakındı. İçeride masa üzerinde üç kase vardı. Açlığını hissetti yeniden. Tekrar kapıya gitti ve bu sefer hızlıca vurdu. Kapı açılıverdi. “Demek ki kapı kilitli değil, aralıktı” diye düşündü. Kafasını uzattı. İçeriye seslendi.

“Kimse var mı?’’ dedi. Ses yoktu yine. Masaya yaklaştı. Masada biri büyük, biri orta ve biri küçük boy üç kase çorba vardı. Çok aç olduğundan en büyük kasedeki çorbayı içmek istedi. Ama çok sıcak olduğu için içemedi. Yanındaki çorbanın tadına baktı: “Bu da çok soğuk” dedi. Üçüncü kaseye kaşığını daldırdı. “Hmm bu ne çok sıcak ne de çok soğuk” dedi ve çorbanın hepsini içti.

Çorba bitince şöminenin yanında üç sandalye gördü. Yorgun olduğu için oturmak istedi. Üç tane sandalye vardı, biri büyük biri orta ve diğeri de küçük idi. İlk sandalyeye oturmayı denedi önce ama rahat edemedi. “Ne kadar sertmiş” dedi. Orta boy sandalyeyi denedi ama bu da çok yumuşaktı, içine yumulup kalmıştı. Sonunda üçüncü sandalyeye oturdu. Bu ne çok sert ne de çok yumuşaktı. Tam istediği gibi rahat ve boyuna uygundu. Ama o da ne! “çıtırt” diye bir sesle kırılmıştı sandalye. Ne yapacağını bilemedi.

Yandaki odaya girdi. Burada da üç yatak vardı biri büyük biri orta ve diğeri de küçük olan. Büyük olan yatağı denedi yine. Çok sertti ve boyuna göre çok büyüktü. İkinci yataksa onun için fazla yumuşaktı. Üçüncü yatak hem boyuna tam gelmişti hem de oldukça rahattı. Hatta öyle rahattı ki Sırma yatağa uzandığı gibi uyuyuvermişti.

Sırma kimin evinde kaldığını bilmeden ve merak da etmeden uykuya dalmıştı. Sırma derin bir uykudayken ev sahipleri geldi. Baba ayı ormandan şömine için çalı, anne ayı ise taze böğürtlenler toplamıştı. Ve yavru ayıcık da “Karnım öyle acıktı ki, umarım çorbam biraz soğumuştur” diye düşünüyordu.

Eve geldiklerinde hepsi çok aç olduğu için masanın başında toplandılar. Baba ayı homurdanarak “Biri benim çorbamdan tatmış” dedi. Anne ayı da ‘’Biri benim de çorbamdan tatmış‘’ dedi. Yavru ayıcık ağlamaya başladı. “Biri benim çorbamın tadına bakmakla kalmamış hepsini içmiş” dedi.

Baba ayı şöminenin yanındaki sandalyesini fark etti. “Biri” dedi kükreyerek, “benim sandalyeme oturmuş”. Anne ayı da kızgın bir ses tonuyla “Biri benim de sandalyeme oturmuş” dedi. Yavru ayıcık bu sefer hıçkırarak ağlamaya başladı. “Biri benim sandalyemi kırmış”.

Hepsi de yatak odasına gittiler. Baba ayı “Biri benim yatağıma uzanmış” dedi. Anne ayı da aynı şeyi söyledi. Yavru ayıcık ise “Biri benim de yatağıma uzanmış ve hala orada uyuyor” dedi.

Ayıcıklar yatakta bir kız çocuğunun yattığını görünce. “Bizim kulübemizde ne işi var ki bu kızın” diye söylendi baba ayı. Sırma tam bu esnada sesten irkilerek uyandı. Şaşkın bir şekilde başında onu seyreden ayılara baktı. “Bu bir rüya olmalı” dedi. Apar topar yataktan kalktı. Öyle korkmuştu ki koşarak oradan uzaklaştı. Tüm gücüyle koştu, koştu, koştu. Nefessiz kaldı ama durmadı ormandan çıkana kadar koştu.

Eve vardığında annesi kapıda biraz endişeli ve biraz da kızmış onu bekliyordu. Sırma hiçbir şey diyemeden doğruca odasına girdi. Yatağına uzanıp başına gelenleri unutmaya çalıştı. Bir daha da asla annesinin izin vermediği yere gitmedi.

Sonbahar Rüzgârının Dostluğu

Büyük mü büyük bir ormanda yaşayan binbir çeşit ağaç varmış. Bu ağaçlardan bazılarının yaprakları, sonbahar mevsimi geldiğinde sararır ve sonbahar rüzgârının esmesi ile birer birer yere düşerlermiş. Bazıları ise yeşil kalır ve yaprakları, hiç dökülmezmiş. Bu durum, dev çınar ağacının hep dikkatini çekermiş. Yapraklarının sararıp dökülmesine çok üzülürmüş. Bir gün yine sonbahar rüzgârı, hızlı hızlı esmeye başlamış. Dev çınar ağacının sararan yaprakları dökülmeye başlamış. Çınar ağacı bu duruma çok üzülmüş. Sonbahar rüzgârı, çınar ağacının üzüldüğünü fark edince onun yanında esmez olmuş. Çınar ağacının yaprakları, hiç dökülmemiş. Çınar ağacı, buna çok sevinmiş. Günler günleri kovalamış. İlkbahar mevsimi gelmiş. Yaprakları dökülen ağaçların yeni yemyeşil yaprakları çıkmaya başlamış. Dev çınar ağacı, kendisinin de yeni yapraklarının çıkmasını beklemiş ama bir türlü çıkmamış. “Benim neden yeni, yeşil yapraklarım çıkmadı ki?” diye düşünmüş. Arkadaşları, “Senin eski yaprakların dökülmediği için yenileri çıkamıyor.” demişler. Çınar ağacı, o anda doğada ne kadar güzel bir düzen kurulu olduğunu, sonbahar rüzgârının da bu düzenin bir parçası olduğunu anlamış. Sonbahar geldiğinde ondan özür dilemiş ve “Sen hep es olur mu, sonbahar rüzgârı! Sana verilen görevi hiç aksatma!” demiş. Sonbahar rüzgârı esmiş, çınar ağacının yaprakları, dökülmüş. Yaz gelince de yeni, yeşil yaprakları çıkmış. Çınar ağacı, sonbahar rüzgârına teşekkür etmiş ve dostlukları hep devam etmiş.

Tembel Tavşan

Bir zamanlar ormanda korkunç bir kuraklık başlamış. Kış gelip geçtiği halde, tek bir damla bile yağmur yağmamış. Susuzluk hayvanların canına tak edince, bu duruma bir çözüm bulmak için toplanmışlar. İçlerinden birisinin teklifi üzerine, bur kuyu kazmaya karar verip çalışmaya başlamışlar. Bütün hayvanlar, hatta kuşlar bile gece gündüz çalışıyormuş. Ancak tavşan; “Ben daha çok küçüğüm!” diyerek çalışmak istemiyormuş. Tavşanın böyle nazlanması diğer bütün hayvanları çok kızdırmış.

Hayvanların emeği boşa çıkmamış. Kazdıkları kuyudan buz gibi bir su çıkınca, herkes çok sevinmiş. Kana kana içip yıkanmışlar. Kuyunun kazılmasına yardım etmeyen tavşana ise su vermemişler. Kral aslan, tavşanın kuyuya yaklaşmasını önlemek için,kuyunun başına her gün bir nöbetçi görevlendirmiş.
Tavşan yaptığı hatayı anlamış anlamasına, ancak iş işten geçtiği için yapacak bir şeyi de yokmuş. Bir gece kuyuda nöbet tutma sırası file gelmiş. Tavşan fili çok severmiş “kimse görmeden bana biraz su verir” düşüncesiyle yanına gidince, filin uyuduğunu görmüş. Çok uğraşmasına rağmen, onu bir türlü uyandıramamış. En sonunda gidip kulağına bağırmış. Fil öyle bir zıplamış ki, kuyunun etrafındaki taş ve toprak yığınına çarpmış, bütün taş ve toprakları kuyunun içine dökmüş.
Böylece kuyu kapanmış. Bu duruma çok üzülen fil ağlamaya başlamış. “Benim yüzümden oldu!” diyormuş. “Şimdi ne içeceğiz, hem sabah olunca diğer hayvanlara ne diyeceğim?”
“Bu kadar üzülme!” demiş tavşan.
“Elbette bir çaresini buluruz. Hem ikimiz beraberce çalışırsak, sabaha kadar kuyuyu temizleyip açarız.”
Fil: “Ama sen küçük ve zayıfsın!” demiş. Tavşan şöyle cevap vermiş; “Sen beni şimdi gör! Bak ki nasıl çalışıyorum.”
Gerçekten de tavşan bir çalışmış, bir çalışmış ki sormayın. Sabaha kadar fille birlikte kuyuyu açmayı başarmışlar. Ertesi gün fil, bütün hayvanlara tavşanın çalışkanlığını anlatmaya başlamış. Herkes tavşanı alkışlayıp, kuyudan su içmeyi hak ettiğini söylemiş.
Tavşan sadece su içebildiğine değil, diğer hayvanlarla yeniden dost olduğuna da çok sevinmiş. Kendisini ormanın bir üyesi gibi görmek onu mutlu ediyormuş.

Okulun ilk günü

Togi o sabah erkenden uyanmıştı. Uyandığında çok heyecanlıydı, çünkü Togi okula başlıyordu. Togi okulun nasıl bir yer olduğunu biliyordu. Annesi ve babası anlatmışlardı. Sınıf arkadaşları ve öğretmenini çok merak ediyordu. Togi üzerini giyinmiş, annesi ve babasıyla kahvaltı yapmıştı. Togi ellerini yıkadı, dişlerini fırçaladı, annesi de beslenme çantasını hazırladı. Artık okula gitmeye hazırdı. Annesi ve babası onu ilk günüde yalnız bırakmak istemedi. Togi onlara teşekkür ederim ama artık okula kendi başıma gidebilirim diyerek okula doğru yola koyuldu. Togi okula geldiğinde kapıyı yavaşça çaldı içeriye girdi sınıfta diğer çocuklarda vardı. Öğretmen Togiye ‘hoş geldin Togi istediğin yere oturabilirsin” dedi. Togi sınıfı çok beğendi. Her tarafta çeşit çeşit oyuncaklar vardı, duvarlar rengarenkti, masa ve sandalyeler çocukların boyuna göreydi, küçüktü, Togi öğretmenini de çok sevmişti. Togi sınıftaki çocukların bir çocuğunu tanıyordu. Çünkü onlar Togi’nin ormandan oyun arkadaşlarıydı. Beslenme saati geldiğinde hep beraber beslenmelerini yaptılar. Annesi Togiye harika bir sandviç hazırlanmıştı. Beslenmelerini yaptıktan sonra hep beraber bahçeye çıkıp oyunlar oynadılar. Togi o kadar çok eğlenmişti ki zamanın ne kadar çabuk geçtiğini fark etmemişti bile. Togi arkadaşlarına ve öğretmenine “Hoş çakalın yarın görüşürüz” dedikten sonra eve doğru yürümeye başladı. Okuldaki ilk gününü anne ve babasına anlatmak için sabırsızlanıyordu. Eve geldiğinde annesi ve babası ile birlikte akşam yemeklerini yediler. Bütün akşam Togi onlara okulun ne kadar güzel ve eğlenceli olduğunu anlattı. Togi o akşam erkenden yattı. Bir an önce sabah olmasını istiyordu. Çünkü sabah olduğunda okuluna gidecekti.

Aslan ile Fare

Ormanlar kralı aslan ormanda bir gün avlanmaktan gelmiş, yatmış uyuyormuş. Minik bir fare aslanın üzerinde dolaşmaya başlamış.Aslan sinirlenerek uyanıp fareyi yakalayış. Tam öldüreceği sırada fare yalvarmış:
-Ne olur beni bırak! Gün olur benimda sana bir iyiliğim dokunur, demiş.
Aslan farenin bu sözlerine gülerek:
-Sen küçük bir faresin, bana ne iyiliğin dokunur ki deyip,fareye acımış ve fareyi bırakmış.
Fare sevinerek oradan uzaklasmış

Aradan zaman geçmiş, Aslan birgün avcıların kurduğu tuzağa yakalanmış.
Aslan çırpınmış, bağırmış ama tuzaktan bir türlü kurtulamamış. Oradan geçmekte olan minik fare aslanın bu durumunu görmüş. Hemen dişleri ile tuzağın iplerini kemirerek kesmiş. Aslanı tuzaktan kurtarmış.
Fare aslana:
– Beni küçük diye beğenmiyordun. Bak. senin canını kurtardım, demiş.
Aslan, böylece yapılan bir iyiliğin karşılıksız kalmayacağını anlamış.

Bahar Gelmiş

Ayı kardeş kış uykusundan uyandı. Gerindi ve inin kapısına koştu.
– “Oooo!”dedi, “ Bahar gelmiş.”
Gerçekten de bahar gelmişti. Hava ılıktı. Güneş çok olmasa da ısıtıyordu. Ayı kardeş güneşte ısındı. Çiçeklenmiş kırları, ağaçları seyretti. Kuşların cıvıltılarını dinledi, bu sırada gurul gurul sesler duydu.
– “ Hmmm, acıkmışım “ dedi.
Hemen armut ağacına koştu. Armut ağacı ona :
– “ Daha yeni çiçek açtım. Yaz mevsimini beklemelisin. “ dedi.
Ne yapsın? Bu kez de büyük bir ağaca gitti. Arılar bu ağacın gövdesindeki çatlağa bal yaparlardı. Şimdi de balları olabilirdi diye düşündü. Her taraf çiçeklerle doluydu çünkü. Ayıcık arılarda biraz bal istedi.
– “Olmaz dedi arılar. “Bal yapmaya daha yeni başladık. Hele bir yaz mevsimi geçsin sonbaharda gel”. Ayıcık biraz çiçek, biraz yaprak yedi, ama doymadı. Leyleklerden yardım istedi. Leylekler :
– “ Biz buraya yeni geldik. Nerde yiyecek bulabilirsin, bilmiyoruz” dediler.
Ayıcık açlıktan kıvrana kıvrana dere kıyısına indi. Taşların üzerinde gezerken birden başı döndü ve dereye düşüverdi. Su çok soğuktu, hemen dışarı fırladı. Ama gömleğinin içine bir şey girmişti. Baktı : Kocaman bir balık……
– “ Yaşasın”! diye bağırdı.
Ayıcığın karnı doyunca, taşların üzerine yattı. Güneşte kurundu.
– “ Baharı şimdi daha çok seviyorum” dedi ve bildiği bir ilkbahar şarkısını mırıldanmaya başladı.

Kuş sesleri , ovalara yayılır
İnsan buna hayran olur bayılır
Bal yapanlar çiçeklere konarlar
Kuzucuklar taze çimen ararlar
Yeşillenmiş ağaçlarda yapraklar
Amber gibi mis kokuyor topraklar.

Ay’ı Kuyudan Çıkarmış

Havanın güzel olduğu bir gece, Nasreddin Hoca, kuyudan su çekmeye karar vermiş.Elindeki kovası, bahçedeki kuynun başına gelmiş. Tam kovayı sarkıtacağı sırada, kuyunun içinde Ay’ı görmüş:
..__Eyvah!… Ay kuyuya düşmüş, diye üzülmüş. Sonra da Ay’ı kuyudan nasıl çıkaracağını düşünmüş. Aklına kovası gelmiş. Ay’ kova ile çıkarmaya karar vermiş.
Kovayı, ipiyle kuyuya sarktıtmış. Kova, suya değince de ,çekmaya başlamış. Su ile ağırlaşan kova bir süre sonra, kuyu duvarına takılmış. Nasrettin Hoca, kovayı ne kadar çekmek istemişse de bir türlü becerememiş.
Kan ter içinde kalmış. Kovanın yukarı gelmemesinin nedenini , Ay’ın ağır olmasına vermiş. Kovayı, yukarı çekmeyi sürdürmüş……
Fakat ipi o kadar şiddetli asılmışki, ip kopmuş. Nasreddin Hoca da, sırt üstü yere yuvarlanmış.
Nasrettin hoca, gözünü açınca, gökte parıldamakta olan Ay’ı görmüş,
__Oh, çok şükür!.. Epeyce uğraştım, epeyce yoruldum, ama, sonunda Ay2ı kuyudan çıkarmayı başardım…Bu iş bütün yorgunluğuma değdi… demiş.

77 thoughts on “Masal, Hikaye ve Öykü Örnekleri”

    1. Arkadaşlar zaten anlasanız da olur anlamasanızda çünkü önemli olan şey okumak değil kendin yazıyıp okuyabilmektir ama yazılan hikayeler çok güzel olmuş genelliklede domuz hikayesi

        1. 1argoya hayir
          2kotu olmus
          3begenmediysen o*****ç*****demene gerek yok
          4biz salak değiliz namusumuzdan haberimiz var
          5bana demediysende ona demissin(bana niye demeyesin).

  1. süpeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeer bi site harikaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaas

    1. aynen çok uzun yazmakta istenmiyor bu benim ödevimm
      mmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmm

  2. ssssssssssssssssssssssssüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüüpppppppppppppppppppppppppppppppppppppppppppppppppppeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeeerrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiişşşşşşşşşşşşşşşşşşşşşşşşşşşşşşşş!

  3. bunu yazan arkadaş lütfen boynuma dola ya adamsın gerçekten uzun süredir bu hiayeleri atıyordum teşekkürler :9

  4. 4-6 YAŞ EĞİTİM KURSUNA GİDİYORUM VE BUNLAR ÇOK İŞİME YARADI.
    ARADA BEĞENDİKLERİM DE VAR, İLHAM ALDIKLARIM DA…
    EMEĞİNİZE SAĞLIK, TEŞEKKÜR EDERİM (:

  5. arkadaslar benim kararım en önemlisi olduğu için susun site GüZeL benim gibi ama çok az var ağlayın salaklar benim kararım önemlidir site gÜzEl NOKTA AĞLAYINNNNN

Leave a Reply to rabia Cancel Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

Close