Yakın Doğu Üniversitesi Hastanesi Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı Hastalıkları Bölümü’nden Dr. Yeliz Cengiz, çeşitli hastalıklar karşısında çocuk ve ailenin verdiği psikolojik tepkiler hakkında açıklamalarda bulundu.
Yakın Doğu Üniversitesi Basın ve Halkla İlişkiler Dairesi Müdürlüğü’ne açıklamalarda bulunan Dr. Yeliz Cengiz, bedensel hastalıklar, çocuk ve yetişkinlerde ruhsal tepkilere yol açabilmektedir. Bir çocuğun hastalığa ve hastaneye yatışa tepkisini birden çok etken belirler dedi.
Dr. Yeliz Cengiz, tüm çocuklar yaşamlarının bir döneminde bir ya da birden çok hastalıkla karşılaşmaktadır diyerek şöyle devam etti; Bu hastalıkların bir kısmı günlük yaşamı pek etkilemezken, bir kısmı da çocuğun ve ailesinin yaşamını büyük ölçüde etkilemekte ve bazen de yaşamı tehdit edici nitelik taşımaktadır.
Yaşa göre çocukların hastalıklara verdiği tepkiler değişir…
Çocuğun hastalığını anlamasında en önemli faktör çocuğun kronolojik yaşına bağlı kognitif- bilişsel olgunluğudur. Yine de her çocuğun her yaşta hastalık kavramı ile ilgili deneyim ve bilgileri çok değişik olabilir. Ayrıca hastalığın akut ya da kronik olması, hayatı tehdit edici olması, görünür veya kalıcı engele neden olması gibi hastalıklarla ilgili etkenler her çocuğu farklı etkileyebilir.
Regresyon, yani gerileme, hastalık karşısında çocukların en sık kullandıkları bilinçdışı savunma düzeneğidir. Bebeksileşme olarak da tanımlanabilir. Örneğin tuvalet eğitimini kazanmış bir çocukta alt ıslatma, huysuzluk, aşırı ağlama, bebeksi konuşma, sürekli ilgi bekleme görülebilir.
Bebekler annelerinin duygularını yansıtır…
Bebekler doğrudan kendilerine bakım veren kişilerin duygularını yansıtırlar. Gergin ve sıkıntılı bir annenin bebeği, çocuğunu yatıştırabilen bir annenin bebeğine göre daha huzursuz olmaktadır. Bebeğin kendilik duygusu henüz oluşmadığı için, hastalığı olduğunu ayırt edemez. Hastalık nedeniyle anneden ayrı kalmak, emme işlevindeki yetersizlik de bu dönemle ilişkili olan temel güven duygusunun kazanılması ve bağlanma sürecinde sorunlar yaratabilmektedir.
Küçük çocuklar, hastalıkla suç-ceza ilişkisi kurabilir…
Küçük çocuklar her karşılaştıkları yeni sorunda olduğu gibi, hastalığın nedeni üzerine düşünürler. İlahi bir adalet kavramına inanırlar. “Doğanın kanunları ve adaleti vardır, her şeyin bir nedeni vardır. O zaman hastalık da bir sonuçtur. Nedeni olmalıdır”. Çocuk otomatik bir düşünce sistemi ile hastalığı; yaramazlık, okul başarısızlığı, oburluk, kardeş kıskançlığı gibi kendi suçlarına ceza olarak düşünürler.
Kontrolü kaybetme ve ölüm korkusu
7-13 yaş dönemi okul çocuklarında deneyimleri düzenleme, sıraya koyma ihtiyacı ve kurallar öncelik kazanır. Kontrolü kaybetme ve ölüm korkusu bu dönemde gelişir. Hastalığı anlamada artış ile gerekli işlemleri ya da hastaneye yatış ihtiyacını kabul edebilirler. Ancak hala hastalığın, yanlış bir şey yapmaktan kaynaklandığını düşünür, hastalığı bulaşma sonucu edindiklerine inanırlar. Bu dönemde yaşam, hareketle eş tutulduğundan, hastalıklarına ilişkin suskunluk ve bu konuda konuşmama, bu yaş çocuklarda şaşırtıcı bir biçimde hastalıklarının ölümcül olduğu algısının doğmasına yol açar.
En sık rastlanılan tepki okul korkusu…
Okul dönemindeki çocukların hastalığa gösterdikleri tepkilerden en sık rastlanılanı okul korkusudur. Bu dönemde ortaya çıkan hastalık nedeniyle, okula gidemeyebilir, sosyal beceri ve başarı duygusu gelişiminde sorunlar yaşayabilirler. Dikkat eksikliği, öğrenme sorunları, devam sorunlarına bağlı okul başarısızlığı, sınav kaygısı görülür.
Öğretmenler durumu desteklerse ve hastalığa boyun eğmiş gibi davranırsa, çocuğun sınıfta farklı ve “hasta” konumda olmasına ve dolayısıyla izolasyonuna neden olabilirler. Çocuğun kendi bedeni üzerinde kontrol gücünün azalması benlik saygısını düşürebilir.
Aşırı koruyucu anne-baba tutumu
Okul öncesi dönemde hastalığı olan çocuklar, aşırı koruyucu yapısı olan ailelerde, ebeveynin çocuğunun aktivitelerini sınırlandırması nedeniyle sıklıkla bilgi ve beceri eksikliği ile büyümektedirler. Bu durum onları sosyal çekingen, pasif ve ebeveyne daha bağımlı yapmaktadır. Bu çocuklar ayrılma kaygıları ve yoğun korkular ile büyürler. Bu kaygı ve korkular aile tarafından da desteklenirse çocuğun sosyal gelişimi geriler, dürtü denetimsizliği ve öfke nöbetleri sık görülebilir. Uyum zorlukları olabilir, yaşıtları ile iletişim kurmakta zorlanma, oyun becerilerinde azalma görülebilir. Küçük çocukların duygu ve düşünceyle ilgili kavramları konuşma diline dönüştürme yetenekleri iyi gelişmemiştir. Bu nedenle duygularını kelimelere dökerek ifade edemeyebilirler, ancak davranış, oyun veya çizdiği resimlerle duygularını açığa vurabilirler
Hastalığa karşı ailenin tutumu tedaviye uyumda önemli…
Anne-babanın psikolojik tepkileri, kronik ve ölümcül hastalık tanısı konulduğunda şu sırayı izleyebilir:
-Şok, akut korku ve anksiyete, durumu yadsıma (Özellikle çocuk hasta izlenimi vermiyorsa daha yoğun hissedilir)
-Kızgınlık ve içerleme duygusu
-Kendisini veya eşini suçlama
-Durumu kabullenme
Anne babalarda en sık görülen duygular, hastalığa karşı çaresizlik, anne babalık becerilerinde kendine güvenin azalması, eşinden ve diğer çocuklarından uzun süre ayrı kalma, çocuğun ölümü ile başa çıkamayacakları korkusudur. Ailedeki kaygı çocukta gelişebilecek psikiyatrik bozukluk için risk faktörüdür. Ailenin tutumu, kültür düzeyi ve ekonomik durumu tedaviye uyumda etkilidir. Erken tanı ve iyileşme umudu psikopatolojiyi azaltır.
Bazı anne babalar, aşırı talepkar ve hükmedici olabilirler. Hekimin amacı, çocuğa bakım veren kişi ile işbirliği kurmak ve ortak hareket etmek olmalıdır. Çocuk için en iyisini belirlemede birlikte çalışırken, aileye büyük bir özenle yaklaşmak gerekir. Anne babaları karar verme süreçlerinde anne babalık rollerinden çıkarmadan hazırlamak yararlı olabilir. Bakım verenin mizacı veya kişiliği, daha önceden ruhsal ya da fiziksel rahatsızlığının olup olmadığı göz önünde bulundurulmalıdır. Kronik hastalığı olan çocukların anne babalarında anksiyete, depresyon, madde kullanımı ve travma sonrası stres bozukluğunun sık görüldüğü saptanmıştır.
Ruhsal ve davranışsal yardım
Çocuk hastanelerinde kronik hastalığı olan çocuklarda, çocuk psikiyatristleri tarafından sıklıkla karşılaşılan tanılar; uyum bozukluğu, akut stres reaksiyonu, travma sonrası stres bozukluğu, kaygı bozuklukları ve depresyondur. Bu bozukluklara sadece hastalık sürecinde değil, yıllar sonra ergenlik ve erişkinlik döneminde de rastlanabilir.
Davranışsal yardım, çocuk, aile ve diğer bakım veren kişilerin çocuğun psikolojisi üzerindeki risk etkenlerini azaltmayı ve olumlu baş etme mekanizmalarını desteklemeyi hedeflemelidir. Amaç, sürece dahil olan herkeste, mümkün olan en sağlıklı işlevselliği geliştirmek ve aileleri normal gelişimsel yörüngeye döndürmektir. Özellikle yetersiz ilgilenme, aşırı ilgilenme, öfke, üzüntü ya da kaygı gibi olağandışı tepkiler ortaya çıkaran hasta ve ailelere karşı duyarlı olunması gerekir.
Çocukla iletişime geçin…
Çocuk ile açık, yeterli ve uzlaşmacı iletişimle, güven ve yeterlilik duygusu yerleştirilir. Benlik saygısı ve başa çıkma yetenekleri artar. Hastalıkla ilgili duyguların dile getirilmesine olanak sağlanmalıdır. Çocuğun soru sorması cesaretlendirilmelidir. Tedavi sırasında çocuğa önce ne yapılacağı ayrıntılı olarak anlatılmalıdır fakat tıbbi ayrıntılardan kaçınılmalıdır çünkü kaygı ve stres, çocukların duyma ve duyduklarını anlama yeteneklerini bozabilir.
Hekimlerin ve diğer personelin tedavi zamanları dışında da iletişim kurması, çocuğun hastaneye uyumunu kolaylaştırır. Eğer gelişim düzeylerine uygun şekilde sunulursa, çocukların hemen her şey hakkında konuşabileceği fark edilir.
Tüm hastaneye yatışlarda kısa süreli sık ziyarete izin verilmelidir. Aile düzeni ve günlük rutinlerin mümkün olduğunca korunması önemlidir. Hastane odaları gelişimsel açıdan çocuğa uygun, sevdiği oyuncak ve eşyalarla tasarlanabilir. TV, kitap okuma, oyun, resim olanakları sağlanabilir.
17.01.2015